bir an salkım ... bir an şaman ... birkaç zaman deli ... bir zamanlar insan ... o zamanlar mutlu ... o zamanlar yok ... bir an ölüm ... tek an sonsuz ... o an yokluk ...zaman denge ...o zaman ............
Pazartesi, Aralık 11, 2006
one last goodbye...hoşçakalın...

vakit yolculuk vakti.... başlıyor 6 aylık serüven....hepinizi çok seviyorum... sizi birbirinize emanet ediyorum..iyi insanların kaderi olsun güzellikler ve huzur...dostluklarımız daim olsun kavgalarımız hiç....nasıl bıraktıysam öyle bulayım burayı... olmasın...

gitmek var dönmek yok dönmek var bulmak yol sözünden de yola çıkarak diyorum ki kırmış olduğum kalp varsa hakkını helal etisin benim herkese ve herşeye hakkım helaldir...dönemesemde bulalasamda beni hep iyi hatırlayın çünkü ben çantama sdc güzel anılarımı koydum...hoşçakalın...
 
posted by INSANATOMYSTIC at Pazartesi, Aralık 11, 2006 | Permalink | 3 comments
Çarşamba, Eylül 20, 2006
Kaç kişiydim o zaman. Kaç kişi kaldım şimdi


Yaz bitti.Bir şekilde herkes tekerrür etti kendini çevremdeki.giden gitti.Kalan da şimdi bu yazıyı yazıyor ve son üç ay içinde olanları kronolojik sırası ve detaylarıyla hatırlamaya çalışıyor.

Eskiden de yaptığım gibi çok gezdim çok gördüm çok okudum çok düşündüm.Yeni yerler gördüm, yeni yüzler...

Yeni şeyler öğrendim, iyisiyle kötüsüyle...

Demekki hala büyümekteyim.(zamanında uyusunda büyüsün derlerdi.Uyusaydım keşke çoktan büyümüştüm şimdiye)

Hani birgün birdenbire alır götürürler ya.Çıkarırlar hakim karşısına... Hakim amca o kalın ses tonuyla birazda istemeyerek, gözlüğünün üstünden masaya bakarak "müebbet!" der ya...
Ardından duyulan çekiç sesiyle başlar, ömür boyu sürecek olan mutlak mahrumiyet.Ve ömür boyunca oturamaz insan hücrede yatağının üstünde.Ömrünü o hücrenin içide gezerek, santim santim hücreyi ezberleyerek geçirir.

Kendimi tutsak gibi hissettiğim bu dünyada, ve dünyanın dışındaki evren denilen hapishanede, yapabileceğim pek birşey yok.Geziyorum işte...

Sanki tanıdığım, tanıştığım insanlar, bir madde bir cisim değil de, düşünceden, tecrübeden anıdan ibaret bir enerji yığını.Herbiri ilk sayfaları açık duran birer kitap gibi, yada teybin içinde play düğmesine basılmyı bekleyen bir kaset...

Yola çıkmadan önce bir pantolon almıştım kendime.Şu anda bile o var ayağımda.Ama biraz eskidi, düğmesi koptu, hiç yıkanmadı......

Ankarada sokakta otururken, Samsunda sahilde yürürken, İzmirde kordonda yayılırken, Boluda otobüs beklerken, İstanbulda beykoz sahilinde otururken, Edirnede iskelede balık tutarken, ve şimdi burda bunları yazarken, hep o vardı ayağımda.Bugün bi yokladım şööle rengi böyle miydi acaba? Ya bu kadar kalın mıydı?Heryerin tozu toprağı nasıl işlediyse onun üstüne benimde içime o düşünceler hatıralar tecrübeler yığını işledi.Duygusal olduğumdan mıdır yoksa duygusal olmayı en mantıklı ruh hali olarak kabul edebilecek kadar mantıklı olduğumdan mıdır, işte bu yığını benimseyip sahipleniyorum.Neticede o pantolonu yıkadığım zaman nasıl o mekanların o zamanların izleri silineceklse kendimide öyle temiz(!)leyemiyorum.Botlarımı ayağımdan çıkaramıyorum.

Tanıdıklarımla, tanıştıklarımla, sevdiklerimle, üzdüklerimde, o mekanlardan o zamanlardan kalan toz toprak, çimen lekesi, içki lekesi, kadar dağerli onlarla geçirdiğim anlar ve onların bende bıraktıkları.

Yıllar önce rahmetli Barış'ın dediği gibi "fotoğrafı önce benninde çek en iyi diyafram ayarını, enstantaneyi, kompozisyonu orda oluşturursun ve istemezsen asla kaybetmezsin.

Bu yaz fotoğraf makinamı almadım yanıma, İnsanlara açmadım hiç kendimi. Ciddi konulardan hiçmi hiç bahsetmedim, bahsedilen ortamlarda da bulunmadım yada sustum.Bu yaz hiç dondurma yemedim (ne alakaysa).Bu yaz insanlarla çok fazla dialog kurmadım.Bu yaz gözlerimi insanların gözlerinden hiç ayırmadım.

Nedenini tam olarak bilmiyorum bu yaz neden böyle yaptım.Ama sanırım deneysel takılmak istedim.Acaba böyle yaparsam işe yarar mı diye.Herhangi bir işe yaradı mı yaramadı mı, yada yaraması gereken bi iş var mı bilmiyorum ama, şunu biliyorum ki kalıcı hasar görmedim bu yaz...hiç bi yerimde iz kalmadı unutmam gereken.Pantolonumun hiç bi yeri yırtılmadı.Yırtılsaydı yakıştırırdım sanırım.Kalıcı bi hasar görmüşsem benimsemişim ki hiç yabancı gelmiyo.

Neticede öğrenmenin yaşının olmadığı gibi, iyisi kötüsüde olmuyo.Her şekilde birşeyler öğreniyor olmak sevindirici.(polyanna geldi aklıma nedense).

Belkide uzun bir zamandan sonra ilk kez bu yazın başından itibren, duyu organlarımı ve hislerimi kendim yönetiyorum ve yönlendiriyorum.Sebebi bu olabilir mi acaba bu yazki eylemlerimin? (ne farkeder ki)
daha çok başındayım yaşadıklarımın, yazacaklarımın, yürüyeceğim yolların...
ve bu yaz öğrendiğim birşeyle son paragrafımı kuruyorum...

"iyi insanlardan uzak durmak lazım.Bünyeye mutluluk zerkederler.Mutluluk bağımlısı olur insan ilk seferinde, tek dozla.Aslında iyi insanlar iyide torbacıdır.Mutluluk bağımlılığının taşıyıcılarıdırlar.Sevincim hayal gücünün hayalatlerin simsarları.İyi kandırırlar çünkü ilk başta kendileridir bu mutluluk inancının sahipleri.O kadar çok sahiplenirlerki; iyi oldukları için bir an paylaşıverirler, ama asıl sahip kendileri oldukları için geri alabilirler."
 
posted by INSANATOMYSTIC at Çarşamba, Eylül 20, 2006 | Permalink | 0 comments
Cumartesi, Mayıs 27, 2006
ŞİMDİLİK..........................................



ilk denemesinde ağ istemeyecek kadar kendinden emin yaşamış-ya da öyle sanmış- bir ip cambazı gibiyim. şimdi üstünde zorlukla dengede kalabildiğim bir ipin üstünde duruyorum. yanımdan geçebilecek bir serçenin çıkarabileceği olası bir rüzgarla düşmeyi bekliyorum. korktuğumu hissedebiliyorum ama düşmekten değil galiba. düşmek yerçekimine karşı ne kadar eylemsiz olsa da benim için yorucu. diğer herşey kadar...hem sonra belirsizlik de var. aşağıda ne olduğunu bilmiyorum. yeni bir şeyler öğrenebilecek kadar öğrenmekten de öte alışabilecek kadar gücüm yok. işte bu tam da umutsuzluk denilen yer olsa gerek. alışmak diyorum hiç düşünmeden çünkü aslında en derinden bildiğim bir şey var -yada bildiğimi sandığım- hep o düştüğüm yerde kalacağım inancı. tam bunu düşünürken de umutsuzluk saklamaya çalıştığım yerden ısrarala uzanıp ''kalsan ne olur ki'' diyor. ''yukarda ne vardı sanki''. ''bir ipin üstünde öylece duran bir zavallı'' -ki bizler buna bilimsel olarak değersizlik düşüncesi diyoruz- . nasıl bir dimağ insana kendisi için zavallı dedirtir acaba. kendimle ilgili bu güne kadar biriktirdiğim onca değer sadece bir hormondan ibaretmiş yani. ne kadar sanal o zaman kendim diye bilegeldiğim şey. bilimsel bir isim verip her anını terimlerle adlandırabildiğimiz bu durum ,sadece bizi rahatlatıyor. tanıdığımızı anladığımızı sanıyoruz- çünkü insan en çok isimlendiremediği,anlayamadığı şeyden korkuyor- nesnelerin, kişilerin,duyguların dünyasında herşeyin bir adı olmalı bizim öznel dilimze çevrilmiş,bunun adı bu diyebilmeliyiz ki ürkütücü olmaktan kurtulsun. tüm gücünü toplamış üstümüze saldırmak üzere olan biri eğer şizofreni diye adlandırabiliyorsak ,sadece baş edilmesi gereken tıbbi bir durum, ama ya aynı insanı aniden evimizde görsek ve isimlendiremesek işte size dehşet. dehşet anından sonra yaşayabileceğimiz olası tüm ruh halleri de travma sonrası stres bozukluğu, yani tanıdık bir durum...oysa anlamak heleki bir ötekini anlamaksa gaye bizim isimlendirmemizle olmuyor. ötekinin öznel dilindeki anlamını görmekle oluyor. değersizlik,suçluluk,umutsuzluk,anhedoni,referans algı... bunlar bizim için geçerli anlamlar. ya öteki için. tıpkı ağrı gibi. yoo aslında işte tam da ağrı gibi. başım ağrıyor deyince öteki anlayabildiğimiz, hissedebildiğimiz,hatta nasıl bir ağrı diye sorduğumuzda aldığımız''sıkıştırıcı,batıcı,zonklayıcı..'' tanımlarının hepsi ancak bizim daha önce yaşadığımız ağrı oluyor. bizi sıkıştıranın başkasını zonklatmadığı meçhul. ağrıyı anlayamasak da duygusunu tanırız !öyle mi? hangi duyguyu? dehşet,üzüntü,sıkıntı,rahatlama...hangisi? kim başı ağrıyınca hangisini hisseder? ya da herkes her zaman aynısını mı hisseder?
karşımızda kendisine zavallı diyen bir insan var. peki biz hiç zavallı olduk mu? olduk diyelim ne demek zavallı bizim için? onun için ne demek? değersizlik düşüncesi deyince sorun çözülüyor mu? ne demek değersiz? bizim için ve onun için.anlamak sanırım çok ciddi bir çeviri işi. her iki dile de hem kendi hem ötekinin diline hakim bir filoloji uzmanı olmak lazım. ve bir yazını ne kadar doğru çevirirseniz çevirin asla ilk kaynağındaki anlamını tam olarak veremeyeceğini baştan kabul ederek.


hep daha kötüsü ne olaki derken insan daha kötüsünü görüyor. gün boyunca sürekli bir teyakkuz halinde durmak.bir an kendini bıraksan milyarlarca parçaya ayrılacağını ve her bir parçanın evrenin herhangi bir yerinde dağılmamak için dönüp duracağını hissettmek. sona acının keskin,nefes aldırmayan tadı. etrafızındaki hava boşluğunun yerine geçen çamur renginde,sıvaşık,ağır bir tabaka gibi tüm çevrenizi kaplayan bir acı. her hareketinizi ağırlaştıran,zorlaştıran,üstünüzden sıyırıp atmaya çalıştıkça ellerinize yapışıp kalan o alaşım. ilk zamanlar tüm gücünüzle dağılmadan,üstünüzden atmaya çalıştığının bu şey-artık şey olmaya başlıyor yavaş yavaş isimlerin güvenli dünyasından ayrılıyor- bir bakıyorsunuz etrafınızdaki tek şey olmuş. hatta bir süre sonra sizi seven tek şey olduğunu düşünüyorsunuz. herkes çok çok uzakta kalıyor.-bir yandan aklın hala sağlam kalan kısımları kimsenin uzaklaşmadığını yerlerinde durduğunu sizin kendi içinizde çok ötelerden baktığınız için öyle gördüğünüzü söylüyor,- ama akıl işte artık sizin için çok kaygan bir satıh- hareketlerinizi ona göre ayarlıyorsunuz . savaşmaktan,silkelenmekten,sıyırıp atmaya çalışmaktan vazgeçiyorsunuz. yavaş,ağır,donuk,mat bir dünyada yeni bir düzen tutturuyorsunuz kendinize, o şey için yeni bir isim bulmaya girişiyorsunuz. ''ben zaten bunu hakettim'' ''bana bu bile fazla'' ''niye beni sevsinler ki?'' bu isimler ,bu gerekçeler de çok acı ama olsun isimleri var. bir süre, bu bir ceza ve süresi dolunca tahliye olacağım diyorsunuz. sonra bir sabah o kaygan satıhtaki kaypak hakim tok sesiyle ''müebbet '' diyor. önce telaş içinde sağlam kalan yerlerinizle- ve ne garip insan yine de tüm bu olanların dışında kalanlara sağlam diyor inatla,içgörü diyoruz ya!- olamaz bu kadar ne yapmış olabilirim diyorsunuz. hemen bir koşu geçmişin çuvallarını çıkarıyorsunuz kilerden, tabi bu arada telaş içindeyken kileri de darmadağın ediyor insan dosyalar,evraklar,sesler,fotoğraflar karışıyor birbirine.her biri ait olmadığı bir başka anının yanına ekleniveriyor. zaten suçluluğunu baştan kabullenmiş sadece cezasını hafifletmeye çalışan sanığın sakar telaşıyla herşeyi inceliyorsunuz dip bucak ve ne kadar dağınık bir kilerde olduğunuzu da unuttuğunuzdan -yine içgörü ama artık yavaş yavaş bunun ismi değişiyor ve bahane uydurma oluyor-bir bakıyorsunuz ki değil müebbet idammış hakettiğiniz. iyi de bu sıvaşık çamur bırakmıyor ki insan çekiversin ipini. eliniz kolunuz öyle ağır ki! keşke diyorsunuz biri kuruverse şu darağacını da itiverse sehpayı...çünkü siz artık bunu bile yapmaktan aciz bir zavallısınız. ne rezil bir insan olduğunuza tam anlamıyla kanaat getiriyorsunuz ;ölmeyi bile beceremeyen bir sefil.bilim sahiplerinin iştahsızlık , uykusuzluk dediği şey sizin kendi adınıza bir parça onurlu olabilme savaşınız aslında. böyle bir insan hangi hakla uyur,yer. bu kadarda mı utanman kalmadı? ölemedin bari suçunu bil edebinle yaşa bundan sonra. sen ne kadar kendini kandırsan da herkes biliyor zaten senin kilerinde olanları. gizli kalır mı sandın? en iyisimi sen onurunu kurtar. gün boyu oturup haklı olarak şu senin pis kilerini konuşanların karşısına çık ''evet ben böyle biriyim! artık bana selam vermeyin,konuşmayın benimle,seviyormuş gibi yapmayın. biliyorum siz iyi insanlarsınız benim gibi bir zavallıya bile merhamet ediyorsunuz yine de affetmeye çalışıyorsunuz ama yapmayın,ben bunu haketmiyorum '' deyiver. -ve bilim sahipleri psikotik özellikli birşeyler der- ve günler böylece geçer,geceler de uyuduğunun farkında olarak uyuduğun geceler....


daha kötü ne olabilir ki? hep bu sorunun ardından gelir işte daha kötüsü.tatların,renklerin,seslerin,duyguların velhasılı isimlerin dünyası terkeder insanı yavaş yavaş. daha az önce içiniz kasıp kavuran o acıya bile tutunamaz olursunuz. o kekre tad ,o sıvaşık çamur,suçluluk,vicdan azabı,açlık,uykusuzluk,ne olursa olsun ismi olan herşey terkeder insanı. keşke bir tad olsa bir renk ,bir şey olsa ne olursa olsun ismi olan bir şey.yok işte kelimelerin teker teker anlamsızlaştığı sağır ve dilsiz bir dünyada kalakalır insan. yeni bir dil yaratmak belki de ama artık evinin yolunu bulamayan, kardeşinin ismini bir an hatırlayamayan biri olarak hangi bellekle hangi yeni dil-yine bilim sahipleri girer devreye bilişsel fonksiyonlarla ilgili bir takım terimsel açıklamalar yapar- en iyisi yine de kayıtsızlık demek ,kepekli elma tadında kiremit kırmızısı renginde...tek renkli tek duygulu tek tadlı bir dünyada kaybolmak. ölmekten bile vazgeçmek. yazının bile bittiği yere gelmek.artık gerçekten daha kötüsü yok.


ne olur da insan birine artık bana yardım et demeye karar verir. elmadan mı kiremit kırmızısından mı sıkılır. ama sıkılabilecek kadar kayıtlı değildir ki bu dünyaya.kaybolmuş olmaktan mı bıkar? ama zaten artık başka bir mekan,başka bir zaman kalmamıştır ki ceplerinde. içten içe bir ses hastalık bu başka bir şey değil mi der? belki de acıyı özler. ne olursa olsun adı olan bir şeyi acıyı. ama artık ne kiler kalmıştır,ne değer,ne suç ne ceza. kendini kanatmaz insan acıtamaz,hiç bir silahı yoktur. o kadar kaybolmuşken ne bulsun da ne yapsın?işte gelinebilecek bir daha kötü daha. canını acıtmak için ötekine muhtaç olmak. en iyisi kanser olmak galiba. evet evet hazır şurda durup duran bir kitle varken hemen doktora gidip acı gerçeği (!) öğrenmek. bir sürü tahlil tetkik,ilaç,şua,gerçekten acı çekmek. bir umut koşar insan ve işte asıl acı gerçek sağlam olduğunu öğrenmek. zaten saçmadır böyle bir beklenti bedenin acısa da ruhun kaybolmaya devam eder. şöyle bir düşünüp bulursun canını acıtabilecekleri. seni en iyi tanıyanlara saldırırsın,aksi,ters,huysuz bir şey olup çıkarsın.-artık kendine şey diyecek kadar kaybolmuşsundur-inatla alttan alırlar anlamazlar derdini.biraz çıtlatıversen hal-i ahvalini teselliler başlar. sanki sen istesen kendini teselli edemezmişsin gibi.sanki bunu daha önce yapmamışsın gibi. oysa ki sen teselliye değer bir acın bile olmadan gün çürütmektesinidir. hatalarını bilen birine gidersin,ben böyle yapmıştım diye hatırlatırsın,canın sağolsun der herkes hata yapar. işte insanın bir dil uzmanı olsa karşımda keşke diye bir kez daha hayıflanmasıdır.kimse görmez acıyı bile özleyecek kadar silindiğinizi.-adınızı anksiyeteye,ajitasyona bağlar geçerler-
.............................................
insanı bir uzmana götüren de iki farklı dürtüsü olur bu noktada. en yüzeyde herşeyi anlatmak ve size ne kötü bir insanmışsın sen diyen bakışları görmek.bir bilenin sizin kötü olduğunuzu kabul etmesi ve tekrar içinizin burkulması. ama bir yandan da arada sırada yüzünü gösteren,hemen kovduğunuz o arsız çocuk: belki de bunların tümü bir hastalık derler. ne derse desin ama bir isim, bir tat ,bir renk versin.avcunun içine ağırlığı,yüzeyi,ısısı olan bir nesne bıraksın. bu uçsuz bucaksız alanda senden başka bir nesne daha olsun.tutabildiğin,tutunabildiğin bir şey olsun.kimse sana ne iyi ne kötü der halbuki ama artık senden başka bir nesne daha vardır avucunun içinde,her sabah eline alıp bir miktar suyla içmen yutman gereken.

ilk denemesinde ağ istemeyecek kadar kendinden emin yaşamış-ya da öyle sanmış- bir ip cambazı gibiyim. şimdi üstünde zorlukla dengede kalabildiğim bir ipin üstünde duruyorum. yanımdan geçebilecek bir serçenin çıkarabileceği olası bir rüzgarla düşmeyi bekliyorum. şimdi o kadar da korkmuyorum düşmekten. henüz ne anladığını yada anlayıp anlamadığını bilmiyorum. ama dilimi diline çevirmeye çalışan birini görüyorum. benim yapamadığımı benim adıma yapan biri. dışımda kalıp içime bakmaya çalışmak. benim için çünkü artık dışım,içim,ben ,ben olmayan karmakarışık. nerde başlayıp nerde bittiğimi bilmiyorum. ihtiyacım olan şeyi ben bilmezken,yanlış bilirken bilen biri. iyi olmak,kötü olmak,suçlanmak ya da yüceltilmek, haklı yada haksız bulunmak değilmiş. sadece anlaşılmaya çalışmak,kendince olduğu kadar bence de uygun bir dille isimlendirilmek.şimdi düşebilirim artık. çünkü korktuğum aşağıda olmak,öğrenmek ya da alışmak değil,aşağıyı anlatamamakmış. ben ağ istemiyorum hala. sadece ya göçmen kuşlar geçse de yanımdan bu ipte kalmak,kalabilmek ya da aşağıya beraber bakabilmek. çünkü hala o kaygan satıhta bir daha asla eskisi gibi yerküreye ayaklarımı basabileceğime inanmıyorum.şimdilik
>
 
posted by INSANATOMYSTIC at Cumartesi, Mayıs 27, 2006 | Permalink | 1 comments
Perşembe, Mayıs 25, 2006
O geldi bugün...O nerden geldi..nereye geldi...kim geldi....kime geldiii....

O geldi........

yanımda......
konuşuyo.......
kesinlikle diyo.......zayıf düştüm diyo.......
anlatmaya kalkışmadı hiç......O sadece kılıf uyduruyo........

biz zaten bu çıldırışı sadece içimizde yaşıyorduk..........

beyin yaaa benimiz duruyo...beyin dururmu yaa...!!!!!!

duruyo işte zaman zaman durmuyomu.....öğretildi bu bize........

(atilla ilhan mohikanlar gibi ateşler yakmış sokaklarında koduumun şehrinin bu arada)


ve biz birbirimize bile anlatmaktan korkardık.....sanki şimdi korkmuyoruz da........

artık farketmiyo yaaa......

ve farketmediği noktada bu akşam özel bi akşam.....

ben bu akşam anlatıyorum..............

(varmı çakmak....ooo ne güzel...çakmakta varsa...çak o zaman..................

( atilla hala kitliyo bizi :)))) )

yaa hep şundan korktuk işte.....;

bi yere çıkmadığımız çıkamadığımız doğru......

işte bööle bi perde iniyo aşktan soora...
artık hiç bi yere çıkamadığını görüyorsun........

öyle bi durum ki....kelime avına çıkıyosun

acaba benim bu halim nasıl ifade edlilir ki......
hala bulamadım....
bi şekilde anlatsam anlaşılacak

yok yok ama kelime bulamıyorum

ne diyim nasıl diyim....bulamıyorum


nasıl nasıl nasılllll

yok yok yok yok
yavaş yavaş çıldırıyorum

2 kişiyim aynı anda

biri o tarafa çekiyo biri bu tarafa


hahahahaaaaaa......dur dur çıldırıym da rahat ediyim en iyisi


ama ya çıldıramazsam

lan kendine gel yaaa
gecenin 4ünde şnav çekiyorum ben

ben güçlüyüm çekerim şnavı

ööle kolay madara olmam ben

siktir yaaaaa...bağlamıyo yaaa
sıkışıyorum.....mmmmmmmmmmmmmmm......

nefes alamıyorumm.....!!!!
anormal bi hal osun....irkileyim kendime geleyim

o anı yaratacak biri olsun

ama yok yok yok oky yoooooooooooooooooooooooooooookkkkk.......!!!!!

biraz şeye benziyo bak....
soğukta kaldıında..hadi dondurucu soğuk

adamı öldürür ya
kurtulman için çok anormal bi durum olcak yaaa
nasıl yaaani..........

normail bişi olmıcak ama bu
senin çocuunu biri kestim dicek


artık ya bırakıcam kendimi....ama bırakırsam yok olucam ölücemm.....

sadece bende olan gücü harakete geçirmem lazım


olm ben çok kötü iirenç bi adamım


tek önemsediim şeyi....işte.......................

belki çocuğumu bıçakla kestiler.....

ölmem lazım o zaman benim

benim o tarafımı öldürmüşsen eğer benim o tarafımın öcünü almam lazım....

o zaman ölmemem lazım


yaşamam lazım.....

birileri noolur benim çocuk yanımı öldürsün..........

benim yaşamam lazım....

yalan söyleyin bana noolur

kurtarın beni......

sizi öldürmem lazım.....

ama bunu farkettiğim noktada.....

beni önemseyen herkesi yok etmem lazım.........

empatiyi katletmem lazım......



kurtarın beniiiiiiiiiiiii................!!!!!!!!!!!
 
posted by INSANATOMYSTIC at Perşembe, Mayıs 25, 2006 | Permalink | 1 comments
Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Para kazanmak?

Sanırım ihtiyacım olduğu kadar,ve bunuda yapıyorum...

ben kayalarla çevrili , sadece deniz yoluyla ulaşılabilen , arkası dağ ve ormanlık olan bir sahilde yaşamak isterdim.

Elektriğin olmadığı , hiç bir teknolojik ürünün olmadığı bi sahilde...
Orada kendi yemeğimi yapmak kendi balığımı tutmak , kendi müziğimi yapmak...

Ve benimle aynı isteklere , hayat idealine sahip bir kaç insan da yanımda olsa iyi olur...

Müziğe farklı enstrumanlarda katılır...


Yemek yapılırken farklı lezzetler.Sohbetlerde farklı bakış açıları ....

Kesmek zorunda kalmadığım rastalarım...

Kendi yaptıımız ahşaptan güzel bi ev , güzel bi sandal... Evin arkasına ektiimiz yemyeşil ve güzel sebzelerimiz meyvelerimiz..

Ama tabi ki bu güzel olduğu kadar da zor bi hayal...

Ama kimbilir belki bi ara bu hayali paylaşan birileri ile bir araya gelebiliriz. Vaktim olsada daha detaylı anlatabilsem..

Yazması bile huzur verici...


John Lennon çok ısrar etti az önce , gerisin o tamalamak istiyomuş...:)

imagine there's no heaven,
it's easy if you try,
no hell below us,
above us only sky.

Imagine all the people,

living for today....

Imagine there's no countries,
it isn't hard to do,
nothing to kill or die for,
and no religion too.

Imagine all the people,
living life in peace...

You may say I'm a dreamer but I'm not the only one

I hope some day you'll join us,
and the world will be as one.
Imagine no possesions,

I wonder if you can,
no need for greed or hunger, a brotherhood of man. Imagine all the people, sharing all the world....
You may say I'm a dreamer ...
 
posted by INSANATOMYSTIC at Çarşamba, Mayıs 24, 2006 | Permalink | 2 comments
YALNIZLIĞA ALIŞMALI İNSAN....





Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...


İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...


Yalnızlığa alışmalı...


Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti.

Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...


Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.

İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...



Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan...
Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...

Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli...

Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar aşmalı evin en görünür duvarlarına... "Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...

Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır. Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür. O yüzden

en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine,

soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...
Gece

yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır

ol­malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek

olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli... Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...




Yollarla barışmalı...



Yalnızlığa alışmalı...
 
posted by INSANATOMYSTIC at Çarşamba, Mayıs 24, 2006 | Permalink | 0 comments
Ve BİR AKŞAM Kİ O AKŞAMI , YALNIZ BEN YAŞAMIŞTIM...

Kaç kere geçtim güpe gündüz...

İşsiz güçsüz , ipsiz sapsız...

Yıkkın bıkkın , zehir zıkkım...


Kapkara gümrüklerinizle

Reziller gibi içtim güpe gündüz...

Deliler gibi didinip durdum bir köşede

neler neler uydurdum...

Derken....

Usul usul sustu usul...

Ve bir akşam... ki o akşam mı yalnız ben yaşamıştım...

Baş ucumdaydınız... evet ne varsa sizde vardı...

Gün bugün... Beklenti ihanet
... İhanet; zafer ve kıyamet...

Dokunuşun , yok oluşun , yok oluşun......
yok olşun en güzeliydiniz...

Gemiler duruyordu yanı başımızda... birer kişilik....

Gemiler birer birer kayboluyordu...duramazdım...

Dokunuşun , yok oluşun , yok oluşun....... yok olşun en güzeliydiniz...

Ve bir akşam... ki o akşamı yapayalnız yaşamıştım...

Güzelim elleriniz...... elleriniz boşunaydı.....

Gözlerim.... güzelim gözlerinizden uzaktaydı....

Giden kimdi bu sefil kentten...

Kalan kimdi...

Ve bir akşam... Yanı başınızda taş yağmıştı başıma...
ve artık olan olmuştu bana...

Ve bize.... Ve bizim biricik batasıca ,sevgili , kapkara karagümrüklerimize.......

Dokunuşun , yok oluşun , yok oluşun , yok oluşun..........

En güzeliydiniz........




alıntı üstüne girintidir........
 
posted by INSANATOMYSTIC at Çarşamba, Mayıs 24, 2006 | Permalink | 0 comments
Pazartesi, Mayıs 08, 2006
KARAKÖY KARARDI

Çekirge den öğrendim ...

üzüntüm büyük.
6 gün önce Bursanın ilçelerinden M.K.Paşaya bağlı bir köy, Karaköy, yanarak yok oldu. televizyonlarda, gazetelerde yer aldı bu haber. belki televizyon izlemediğim için, belki duyduklarım uzak geldiği için ilgimi çekmedi hiç.
üzüntüm büyük.
kendi gözlerimle, 6 gün sonra da olsa gördüm herşeyi. hala tüten ev yıkıntıları… etraftaki keskin yanık et kokusu…

6 gün içinde herkes koştu yardıma. çalıştığım belediye, daha o gece itfaiyesiyle beraber başka ekipler de gönderdi köye. sadece yangını söndürmedi, yardım elini de uzattı. tüm ilçe seferber oldu, giyecek yiyecek gönderdiler. diğer köyler seferber oldular, kalan hayvanlara saman gönderdiler.

ama yetmiyor… şimdilik karınları doydu belki. üzerlerine bişey giydiler, üşümüyorlar. ama evleriyle beraber gelecekleri de yandı bu insanların. genç kızların çeyizleri yandı. yastık altında biriktirilen paralar, ağıllarda hayvanlar yandı.

bu insanların şimdi eve ihtiyacı var, bu insanların şimdi yiyecek ve giyecekten başka şeylere de ihtiyacı var. bu insanların şimdi sizlere ihtiyacı var…

Yardım Hesabı Numarası:
Ziraat Bankası Mustafakemalpaşa Şubesi
9922537-5002
 
posted by INSANATOMYSTIC at Pazartesi, Mayıs 08, 2006 | Permalink | 0 comments
Cuma, Nisan 14, 2006
KALK ARTIK SABAH OLDU.......

Kaldırıp başını gökyüzüne baktığında, gökyüzünün ne olduğunu merak eder bir düşünür müsün? Bilimsel kitaplar okuyup gökyüzünün gizemini çözmeye çalışır mısın?
Peki hiç düşündün mü yıldızlar sabah olduğunda nereye saklanır? Gökyüzü nereye saklar yıldızları, güneş neden her sabah sana merhaba der?

Gökyüzü bir türkü tutturmuş hep onu söyler..
Sen hiç gökyüzünün türküsünü duydun mu?

Duymadım diyemezsin hiçbir zaman.. Gökyüzünün türküsü duyulmaz ki.. Görülür..
Gökyüzü her sabah maviden kırmıza boyar kendini. Öğlene doğru bu kırmızı açık maviye dönüşür.. Akşam olunca da yine koyu mavi olur.. Sen bu türkünün içindeki kahramansın.. Her zaman, her an bu türkünün devam ettiğini gören tanıksın.. Bu türkünün tempolu havasına her gün uyar ritim tutarsın. Yürümen günün ritmidir.. Uyuman ise gecenin.
Her an, günün belli zamanlarında yaptığın hareketler hep gökyüzünün ritmine uyduğunun göstergesidir..

Her gün kulağına fısıldanan bir melodi vardır..
Sabahları güneş der ki sana: "Kalk artık sabah oldu"; sen bu melodiyi duyduğun an uyanmışsındır artık.. Yeni güne hazırsındır.. Çünkü gecenin melodisi seni uyutmuş, rahatlatmıştır. Yeni günün melodisi seni geceye hazırlar.. Yorgun ve mutsuz bir şekilde bir sonraki günün melodisini duymak için uyursun.. Yine gündüz, yine yeni gün ve yine yeni bir melodi.. Her seferinde farklı bir melodi seni uyandırır.. Bu ruh durumuna bağlıdır..
Her yeni güne, yeni bir melodi�

Bulutlar gökyüzü türküsünün en ince ayrıntılarıdır.. Gece, gündüz bu türküyü tamamlar niteliktedirler..

Rüzgar bu türkünün ritmini ayarlar. Rüzgar çıktığı zaman biz bu türküyü daha iyi duyarız. Çünkü o zaman türkü görülmekten çıkmış sese dökülmüş olur..

Rüzgar yeryüzündeki cisimlerle söyler türküsünü.. Gece yada gündüz fark etmez onlar için.
Kasırgalar bu türkünün ritmini ve sesini bir kat daha arttırır ve öylece söylemeye başlar melodisini..

Bütün bu yeryüzü olaylarını seyreder gökyüzü.. Zamanı geldiğinde türküsünü onların elinden alır ve başlar kendi türküsünü söylemeye.. Mevsimler bu türkünün etrafında döner..

Ağaçlar dans eder bu türküde.. Otlar gösteri yapar.. Denizdeki dalga en güzel dansını sergiler insanoğluna� İnsanoğlu türküyü duymadığını sanar ama dalganın dansını zevkle izler.. Aslına türkü ve dalganın dansı bir bütündür.. İş bunu görmekte yatar..

Bulutlar gökyüzünün türküsüne dayanamaz bazen.. Öyle duygulanır, öyle duygulanır ki ağlamaktan kendini alamaz.. Ağlar, ağlar.. Küçük göletleri olur yağmurun.. Yağmura eşlik eder göletler gökyüzünün türküsünde..

Yağmur ağlar gölet oluşur, gölet buharlaşır yağmur ağlar..
Gökyüzü hiç aldırmadan devam eder türküsüne.. Bu türkünün ne zaman biteceği belli değildir.. Taa kii��

(not: burada geçen öykü tamamen hayal ürünüdür.. )
 
posted by INSANATOMYSTIC at Cuma, Nisan 14, 2006 | Permalink | 0 comments